Gizli Görev: Camiye Gitmek
"Kutuplaşmalar, kutuplaşmalar… Sosyal hayatta kutuplaşmalar, kıyafette kutuplaşmalar, ibadette, inançta kutuplaşmalar… Ne geldiyse başımıza işte bu yüzden geldi der, susarım. Bu da başka bir yazının konusu olsun."

RUZİN AZERHAN
azerhanruzin@hotmail.com -Geçtiğimiz günlerde Adalet ve Kalkınma Partisi Isparta İl Başkanı Furkan Cem Er, TÜGVA yaz okulu programı kapsamında bir camide konuşmuş. Konuşmasında,
“Biz çocukken gizli gizli camilere giderdik, görüntülenir, akşam ana haber bültenlerinde rencide edilirdik. Cumhurbaşkanımız sayesinde o günleri geride bıraktık.” demiş.
Bu haberi gördükten sonra merak ettim, telefonu elime aldım ve Sayın İl Başkanı’nı bizzat aradım. Önce kaç yaşında olduğunu sordum, sonra da “Hakkınızda bir köşe yazısı yazacağım, bilginiz olsun.” dedim. Her zamanki zerafetiyle “Tabii ki” dedi… Yani aşağıda okuyacağınız kelimeler, kendisinin haberdar olduğu satırlardır.
Şimdi, Sayın Başkan ile aramızda öyle küçümsenmeyecek bir yaş farkı var ki, ben camiye giderken kendisi bu dünyada bile yoktu diyebilirim. Ben o zamanlar üstelik kız çocuğu olarak camiye giderdim; hem de hiç gizlenmeden. Ne gizli kamera gördüm, ne de akşam ana haber bültenlerinde “Şok görüntüler: Küçük çocuk camide yakalandı!” spotuyla karşılaştım.
Açıkçası merak ettim; Başkan ne yaptı da bu kadar “haber değeri” taşıdı? Caminin avlusunda misket turnuvası mı düzenledi, teravih arasında hoparlörden şarkı mı söyledi, yoksa imamın seccadesine çikolata mı koydu? Bizim mahallede en büyük cami olayı, ara sıra camiye giren kedinin miyavlamasıydı.
Bir de “gizli gizli gitmek” kısmı var. Bizim zamanımızda camiye gitmek için gizlenmek, yağmurdan saklanmak kadar gereksizdi. Tam tersine, annelerimiz “Hadi oğlum, kızım camiye, bak hoca seni bekler.” diye peşimizden seslenirdi. Tek sıkıntımız sivrisineklerdi; elifba çalışırken, dua ezberlerken, namaz boyunca kaşınan el-ayak bileklerimiz… Hatta hocanın gözüne gireyim diye bağıra bağıra tekrarladığım dualarda ağzıma kaçacak korkusu, hafızamda ana haber travmasından daha çok yer etti.
Ve tabii geçmişi hatırlarken sadece kişisel hatıralar değil; toplumun o dönemde yaşadığı travmaları da unutmamak gerekir. Okul üniformalarıyla cuma namazına giden öğrencilerin, özel haberlerde dehşet içinde sunulduğu dönem… Ki o zaman da buna hiç anlam verememiştim. Sanki camiye ejderha girmiş gibi, herkes şok ve dehşet içinde… Ne oldu? Sadece çocuklar namaz kılıyor, o kadar!
Kutuplaşmalar, kutuplaşmalar… Sosyal hayatta kutuplaşmalar, kıyafette kutuplaşmalar, ibadette, inançta kutuplaşmalar… Ne geldiyse başımıza işte bu yüzden geldi der, susarım. Bu da başka bir yazının konusu olsun.
Konuyu bağlayacak olursak… Sanırım bu farklı hatıralar, aslında farklı dönemlerden çok, farklı bakış açılarıyla ilgili. Kimi için cami avlusu çocukluğun güvenli bahçesi, kimi içinse gizli görev gibi yaşanan bir serüven.
Ama şurası kesin: Hafıza bazen geçmişimizi değil, kendi kurgusunu anlatır. İşte ben de bu yüzden, bir gün —Allah muhafaza— hafızamın kurgusuna kapılmayayım diye yazının başında başkanı bizzat aradığımı belirttim.
Belki de mesele, “O zamanlar ne oldu?”dan çok, “Biz bugün nasıl hatırlıyoruz?” sorusudur. Çünkü bazen yaşadığımızdan çok, anlattığımız hikâyeler siyasette daha çok prim yapar.