Bahçeli'nin Önerisi Üzerine Kısa Bir Değerlendirme: Yurttaşlık Koltuğu
Bora Tüfekli Yazdı: Bahçeli'nin Önerisi Üzerine Kısa Bir Değerlendirme: Yurttaşlık Koltuğu

Geçtiğimiz günlerde MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “iki cumhurbaşkanı yardımcısı olsun; biri Kürt, biri Alevi” önerisi kamuoyunda ciddi bir tartışma yarattı. İlk bakışta bu çıkış, yıllardır sistemin dışında hissettirilen topluluklara yönelik bir “kapsayıcı hamle” gibi görünebilir. Ancak bu önerinin altını kazıdığımızda, gerçekten eşitlikçi bir hayale mi, yoksa görünüşte temsili ama özde bölücü-mezhepsel bir modele mi hizmet ettiğini sorgulamak gerekiyor.
Cumhuriyet gazetesi yazarı değerli dostum Mehmet Ali Güller, bu çıkışı oldukça yerinde bir şekilde şöyle analiz ediyor:“Kürt ve Alevi cumhurbaşkanı yardımcıları istemek, yurttaşların eşitliğinin gerisine düşüp her yurttaşın kendi toplumundaki eşitliğini savunmak demektir.”
Bu tespitte saklı olan temel, vatandaşlığı kimlik temsiline indirgemek. Her yurttaşın birey olarak eşit haklara sahip olduğu bir sistem yerine, her “etnik” veya “mezhebi” grubun kendi içinde temsil edilmesini öncelik haline getirdiğinizde aslında toplumsal eşitliği değil, kimliksel hiyerarşiyi inşa etmiş olursunuz.
Lübnan modeli bunun en çarpıcı örneğidir: Her makam belli bir mezhebe ya da etnik gruba tahsislidir. Güller’in deyimiyle bu, “eşitlik” değil “hiyerarşi” üretir. Çünkü bu sistem, vatandaşları artık birey olarak değil, ait olduğu kimlik üzerinden değerlendirir. Ve sistemin doğası gereği bu kimlikler arasında da bir eşitsizlik ve tahakküm ilişkisi doğar.
ÖCALAN’IN TEZİ’Nİ YUMUŞATMAK
Bahçeli’nin önerisi bu bağlamda, iyi niyetli bir “temsiliyet önerisi” olmaktan çok, Öcalan’ın “demokratik konfederalizm” tezinin bir tür yumuşak versiyonu gibi okunabilir.
“Demokratik entegrasyon” denilen şey, her grubun kendi içinde eşit ama birbiriyle bölünmüş olduğu bir düzeni işaret eder. Yani “eşit yurttaşlık” değil, “parçalı temsil”...
Ve işte tam da burada, eşitlik yerini kurumsallaşmış ayrışmaya bırakır. “Sünni Türk Cumhurbaşkanı, Kürt ve Alevi yardımcılar” formülü, diğer grupları da kendi kontenjanlarına sahip olmak için siyaseten konumlanmaya zorlar. Laz, Çerkes, Arap, Caferi, Roman… Bu zincir uzar gider ve sonu Lübnanlaşmadır. Yani siyasi kilitlenme, kamu yönetiminde yolsuzluk ve kimlik çatışması...
Elbette ki Türkiye, Alevilerin, Kürtlerin ve diğer toplulukların daha fazla görünür olmasını sağlayacak yolları aramalı. Ancak bu yol, eşit bireyler olarak yurttaşlığı güçlendirmekten, yani laiklik, hukuk ve demokrasi temelinde herkese aynı mesafede duran bir devleti yeniden inşa etmekten geçer.
TOPLUMSAL YAŞAM SAYILARDAN DAHA BÜYÜK VE ANLAMLIDIR
Sembolik makamlara kimlikler dağıtmak değil, yurttaşlara eşit haklar ve özgürlükler sağlamak gerçek kapsayıcılıktır.
Nitelik ve nicelik arasındaki ayrımda niceliği seçersen her şeyi sayılardan ibaret görürsün. Oysa, toplumsal yaşam sayılardan daha büyük ve anlamlıdır. O yüzden nicel diğer nitel yaklaşımlarla sorunlara eğilmek daha toplumcu olacaktır.
MERAKLISINA NOT
Konuyla ilgili okuma çalışmaları yaparken, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünden Berna Yüksel’in 2011 yılında kaleme aldığı Yüksek Lisans Tezi’ni okuma fırsatı buldum. Şöyle diyor: “Türkiye’de çeşitli etnik gruplar ve diller mevcuttur. Bu diller ve etnik gruplarla ilgili bir çok araştırmada değişik sayıda etnik grup tespit edilmiştir. Bu araştırmada etnik grup tespiti için esas alınan ölçütler “soy, dil ve inanç” üçlüsü olmuştur. Buna göre Türkiye’de tespit edilen belli başlı etnik gruplar şunlardır: Araplar, Arnavutlar, Boşnaklar, Ermeniler, Çerkezler, Gürcüler, Hemşinliler, Kürtler, Lazlar, Pomaklar, Romanlar, Süryaniler, Yahudiler, Zazalar”
Yani Türkiye’de tespit edilen 14 etnik grup var. Sayın Bahçeli, 2 Cumhurbaşkanı Yardımcısı önerisini belki de yeniden gözden geçirerek sayıyı 14’e çıkarır.
Bu tartışma aslında bir anlamda Ümmet – Millet tartışmasıdır da denebilir. Bunu da daha sonraki yazılarımızda inceleyelim.
Sağlıcakla...